ÇANAKKALE 100.YIL ÖZEL SETİ
f) Müttefik Donanmanın 18 Mart taarruzu: (Boğaz Harbi) Cevat
Paşa'nın Rüyası: Müstahkem Mevki
Komutanı Cevat Paşa Çanakkale direnişin günlerdir sürdüğünü
fakat yavaş yavaş kırıldığını görüyordu. Düşman donanması
her gelişinde daha güçlü ve daha arzulu geliyordu. Bu böyle
gitmezdi. Gitmemeliydi. Cevat Paşanın içi içine sığmıyordu.
Bir o tabyada bir bu tabyaya dolaşıp hem askere moral veriyor hem
de son durumu denetliyordu. Daha ne kadar dayanabilirlerdi o da
bilmiyordu. Bir çıkış yolu arıyordu. Elinden gelen her şeyi
yapmıştı. Fakat düşmanın inadını kıramıyordu. Eski
gemilerden söktürdüğü toplar savunmada yeterli gelmemişti. Soba
borularını söküp boş tepelere yerleştirip içinde barut
patlatarak düşmanın ilgisini buralara çekmek zaman kazandırmaktan
başka bir işe yaramıyordu. Düşman zırhlıları boş tepelerde
olsa barutlarını kusa kusa geliyordu. Düşman geliyordu. Kâbus
gibi çökerek kanları topraklara dökerek geliyordu.
7 Mart'ı 8 Mart'a bağlayan gece Cevat Paşa daha bir sıkıntılıydı. O gün yapılan taarruzda yine şehitler verilmişti. Tabyalar darmadağın olmuş, düşman diplerinde bitmişti. Endişesi giderek artıyordu. Alman mayınları savunmada ne kadar yeterli olacaktı diye düşündü. Bataryaların kalan kısmı yok edilirse düşman donanması için bir engel daha kalkmış olacak ve zırhlılar kısa yoldan İstanbul'a ulaşabileceklerdi. Cevat Paşa'nın beyninde fırtınalar esmekteydi. Düşman zırhlılarının sesinin hayali beyninde uğulduyordu. Cevap bulunamayan sorular attıkça artıyordu. Uyumak için yatağına gitti. Fakat uykuya bir türlü dalamıyordu. Doğruldu; dürbününü alıp boğaza baktı. Ay neredeyse tüm ışığını boğaza bırakmıştı. Bu güzellik karşısında hayret etmemek mümkün değildi. Sonra Tabyalara baktı. Gündüz gezdiğinde tabyalarda gördüğü manzara gözlerinin önüne geldi. Durum hiç iç açıcı değildi. Hemen hepsi toprak yığını olmuştu. Etraf perişandı. Gecenin karanlığı üzerine çökmüş, tabyalardaki Mehmetçiği düşündü."Allah'ım bu mukaddes yolda bize yardım et" diye mırıldandı. Sıkıntısı arttıkça artıyordu. Daha fazla dayanamadı. Yorgun vücudu kendini yatağa bıraktı. Ağır bir uykuya dalmıştı. Sonra birden uyanıverdi, içine bir serinlik geldi. Az önce bir rüya görmüştü. Rüyasında tepelerden boğaza bakıyordu. Boğazın her yeri çiçek açmış rengârenkti. Her bir tepede yurdumun o güzel bayrağı dalgalanıyordu. Hafif bir rüzgar esintisi içini serinletiyordu. Böylesine güzellikleri görmek huzur bulmak rüyada olsa Cevat Paşa'ya moral vermişti."Hayırdır İnşallah"dedi. Sonra tekrar uykuya daldı. İlginç bir şekilde rüyası kaldığı yerden devam ediyordu. Karşıdaki tepelerden bir ses onu çağırıyordu. Doğruldu, çiçeklerin arasından geçti, Karşıda duran yüksek direkli bayrağın altına geldi. Az önce kendini oraya çağıran ses yine kulağında yankılandı. "Denizin üzerine bak kumandan !" Bu sözler üzerine denize doğru bakan eden Cevat Paşa dalgaların bir nur içerisinde çiçeklerle bezenmiş pırıl pırıl "Kef” ve "Vav” harflerinin olduğunu gördü. Deniz ne kadar dalgalı olursa olsun bu çiçekler yer değiştirmiyordu ve harfler bozulmuyordu Heyecanla uyanan Cevat Paşa, rüyaya bir anlam veremedi. Anlam veremediği rüyaya o kadar sorun içerisindeyken yorum yapacak vakti yoktu. Kalktı abdestini alıp namazını kıldı. Dua etti. Dün yok olan bazı bataryaların yerine kurulanları denetleyecekti. Hazırlanıp yola çıktı. Tabyalara vardığında Her zaman ki sıcak ve babacan tavrıyla askeri selamladı. Hallerini hatırlarını sordu. O gün Çanakkale Müstahkem Mevki Kumandanlığı’na Yüzbaşı Hasan Bey adına bir Telgraf gelmişti. Telgrafta Yüzbaşı Hasan'ın bir kızının dünyaya geldiğini müjdeliyordu. Cevat Paşa bu müjdeyi Yüzbaşı Hasan'a kendisi vermek istemişti. Yanına çağırttı. Yüzbaşı Hasan derhal kumandanının yanına geldi. Yüzbaşı Hasan: —Buyurun kumandanım beni emretmişsiniz. Cevat Paşa: —Müjde evlâdım, bir kızın dünyaya gelmiş. Allah ömrünü uzun etsin. İzin veriyorum sana gidip kızını gör. Yüzbaşı Hasan sevinç içinde kumandanının elini öptü. Sonra; Yüzbaşı Hasan: —Teşekkürler Kumandanım, izniniz olursa bir maruzatım var… —Tamam, yavrum izin verdik ya gidip görebilirsin kızını. Yüzbaşı Hasan: —Evet, Kumandanım izninizi istiyorum ama gitmek için değil, kalmak için. Cevat Paşa: —Ne diyorsun evladım anlayamadım. Yüzbaşı Hasan: —Kumandanım vatan görevi daha mukaddestir. İngilizler her an saldırabilirler müsaadenizle şimdi zamanı değil cephede arkadaşlarımı evlatlarımı yalnız bırakmak istemiyorum daha sonra gider kızımı görürüm izninizle. #Hasan Hulusi Bey Resmi gelecek Cevat Paşa’nın bu durum karşısında gözleri doldu. Yüzbaşı'ya sarılıp alnından öptükten sonra mırıldandı: Cevat Paşa: —Bu vatan seninle gurur duyuyor evladım. Fakat Yüzbaşı’nın söyleyecekleri bitmemişti: Yüzbaşı Hasan: —Bir maruzatım daha var Kumandanım. Cevat Paşa: —Nedir? Söyle evladım. Yüzbaşı Hasan: —Olur, da Şehid olursam aileme söyler misiniz lütfen, kızımın ismini "Didar" koysunlar. Cevat Paşa, vatana sarılır gibi Yüzbaşı’ya sarıldı; Cevat Paşa: —Emin olabilirsin evladım. İnşallah sana bir şey olmayacak, bir gün kızınla buluşacaksın. İsmini de istediğin gibi koyarsın. Cevat Paşa oradan ayrılmadan önce diğer askerlerle de sohbet etti. Zira vatanın tek evladı Yüzbaşı Hasan değildi. Mehmetçiklere dönüp sorunları sıkıntıları olup olmadığını sordu. Fakat hiçbir Mehmetçiğin gözünün içine bakamıyordu. Hallerini görünce yüreği burkuluyordu. Onların gözlerindeki çaresizlik Cevat Paşa'nın yüreğindekinden farklı değildi. Kimi daha çocuk yaştaydı. Ne işleri vardı burada diye düşündü. Hemen hepsi yorgunluktan bitkin düşmüşlerdi. Çoğu doğru dürüst yemek bile yiyemiyordu. Ya yoksulluktan yiyemiyordu ya da namussuz zırhlılar aman vermiyordu. Bütün bu olumsuzluklara rağmen onları diğerlerine üstün kılan tek şey her birinin ağzından dökülüveren bu iki kelimede saklıydı."Vatan Sağolsun" Düşman askerinin birçoğu sömürgelerden para karşılığı maaş bağlanarak oluşturulmuştu. Fakat Mehmetçik'i buraya getiren sebep tıpkı bedir de Uhud'ta olduğu gibi vatanına ve dinine sahip çıkmak uğrunda şahadet şerbetini içmek istemeleriydi. Çünkü onlara Allah tarafından bu vaat verilmişti. Cevat Paşa böyle bir askere sahip olduğu için hem kendisiyle hem de onlarla gurur duyuyordu. Hepsinin muhakkak ki ayrı bir hikâyesi vardı. Kimisi evliydi, kimisi nişanlı, kimi birinin evladıydı kimi evladını bırakıp gelmişti. Bazısı yetimdi, birçoğu da garip. Kimi Balıkesir'den kimi Manisa'dan gelmişti. Büyük bir kısmı da buralıydı. Her birinin ayrı lakabı vardı. Kiminin adı İnce Mehmed, kiminin Kınalı Ali, kiminin de Koca Yusuf'tu. Hepsi burada ortak bir hikâye yazmaya gelmişti. Şimdilerde o hikâyeyi yaşıyorlardı. Ama o hikâyenin sonunda vatanın kalbinin attığı noktada Çanakkale'de düşmanı denize dökeceklerdi. Cevat Paşa her gelişinde askerleriyle vedalaşıp helalleşirdi. Çünkü gidip dönmemek, gelip bulmamak yüksekle muhtemeldi. Yine öyle yaptı ve tabyalardan ayrıldı. Dönüşte Kilitbahir'den ayrılırken yedi yıl önce veremden vefat eden kızı aklına geldi. Dünya gözüyle kızının kabrini ziyaret etmek istedi. Kızının kabri de Kilitbahir'deydi. Orada Ahmed Cahidi Sultan’ın türbesinin yanında yatıyordu. Ahmed Cahidi hazretleri çok büyük bir veliydi. Çok cömert ve vakar sahibi idi. Gece-gündüz Kuran-ı kerim okurdu. Allah korkusundan çok gözyaşı dökerdi. Dünya malına itibar etmezdi. Bu halleri sebebiyle kısa zamanda çevresinde tanındı ve herkes tarafından sevildi. Talebeleri çoğaldı. Kilitbahir'de tanınması ise şu hâdiseye dayanır: Bir gün Ahmed Cahidi Efendi, Çanakkale'ye geçmek için Kilitbahir iskelesine geldi. Parası olmadığı için zamanın kayıkçıları kendisini kayığa almadılar. Üzgün bir hâlde dönüp evine geldi. Kendisini gören hanımı Kerime Hatun niçin gitmediğini sordu. Cahidi hazretlerinin kayığa alınmadığını söylemesi üzerine de; "Al şu seccadeyi de bin üzerine, Çanakkale'ye geç-gel." dedi. Bu şekilde Çanakkale'ye geçen Cahidi Efendiyi gören kayıkçılar şaşırıp kaldılar. Böylece onun büyük bir Veli olduğunu anladılar. Talebelerinden birisinin sohbet esnasında kalbin ne şekilde terbiye edileceğine dair sorduğu suale Ahmed Cahidi hazretleri şu cevabı verdi: "Tarikatlarda asıl olan kalbin çeşitli hastalıklarından temizlenerek şifa bulmasını temin etmek, onu güzel sıfatlarla süslemektir. Allah'a yaklaşmanın yolları tövbe, nefsini hesaba çekme, yaptığı işlerden gurura kapılmama ve ümitli olmak gibi kalbî makamlarla, doğruluk, samimiyet, ihlâs, sabır gibi güzel hasletlerdir. Tasavvuf yolunda yürüyen kimse bu vasıflarıyla cenabı-ı Hakk'a yaklaşırsa, marifet ehlinden olur ve bu suretle en yüksek derecelere kavuşur." Ahmed Cahidi hazretleri bir soru üzerine de tarikatlarda esas olan zikri dört madde halinde özetledi. 1. Dilin zikri: Kalpten kötülüklerin izale edilmesini sağlayacak olan cenabı- Hakk'ın anılması. 2. Kalbin zikri: Allah'a kalpten tefekkür etmek, düşünmek ve O'nun kalbe nazar ettiğini bilmek. 3. Nefsin zikri: Harf ve ses yerine his ve hayal ile içten, kalpten Allah'ı anmak. 4. Ruhun zikri: Cenabı-ı Hakk'ın kâinatta tecelli eden, güzel sıfatlarının neticesine bakarak O'nu tefekkür etmek, düşünmektir. Ahmed Cahidi hazretleri türbesini ziyaret edip dua eden Cevat Paşa az ötedeki kızının kabrine doğru yöneldi. Mezarı başına geldiğinde ellerini semaya açıp önce kızına sonra vatan evlatlarına dua etti. Allah'tan vatanın selameti için yardım diledi. Sonra atına binmek için yöneldi ki birisi kolunu çekiştirip durdu. İhtiyar adam: —Hayrola kumandan nereye böyle, az işim var oğlum gel hele şöyle" Dedi. Cevat Paşa cephe dışında halkın içerisinde bulunduğu zamanlarda birileri bir vesile ile ona yaklaşıp ya halini hatırını sorar ya da cepheden haber almaya çalışırlardı. Kim bilir bu nur yüzlü ihtiyarın ne derdi vardı. Diye düşündü. Yanına gittiğinde bembeyaz sakallı nur yüzlü ihtiyar Cevat Paşa'ya dönüp; İhtiyar adam: —Evladım, Nasılsın bir sıkıntın var mı? Aslına bakılırsa Cevat Paşa memleketin halinden dolayı oldukça sıkıntılıdır, fakat ihtiyarı üzmemek için; Cevat Paşa: —Çok şükür bir sıkıntımız yok amca" dedi. Cevat Paşa'nın bu sözleri karşısında nur yüzlü ihtiyar söze kaldığı yerden devam etti. İhtiyar adam: —Oğlum gördüğün rüyanın kemaline erebildin mi? Cevat Paşa ihtiyarın bu sorusu karşısında irkildi, bir o kadar da şaşırmıştı. Kalbi küt küt atmaya başladı. Kan beynine sıçradı. Acaba bu nur yüzlü ihtiyar kendisine bir işaret mi getirmişti? Anlam veremez halde ihtiyarın kulağına eğildi ve gördüğü rüyayı bir solukta anlattı ama bir mana çıkaramadığını da ekledi. Nur yüzlü ihtiyar önce Cevat Paşa'nın başını okşadı, sonra rüyanın manasını anlatmaya başladı. İhtiyar adam: —Oğlum, Denizde gördüğün pırıltılı ışık zafer işaretidir. Çiçeklerle bezenmiş "Kef" ve "Vav"harflerinin Ebcet hesabında sayı değerleri 20 ve 6 dır. Bunları birbirine topladın mı 26 yapar. Depondaki 26 mayını denize döşe. Dedi ve oradan hızla ayrılıp gözden kayboldu. Cevat Paşa, korku ve şaşkınlık içinde kalmıştı. Kimdi bu ihtiyar? Ne demişti? Kendisine ne anlatmaya çalışmıştı? Cevat Paşa'nın kafası iyice karışmıştı. Kim bilir? Belki de bu nur yüzlü ihtiyar az önce Cevat Paşa'nın kabrini ziyaret edip dua ettiği Ahmed Cahidi Efendi'dir. Oradan ayrılan Cevat Paşa, zaman kaybetmeden süratle karargâhına döndü. Mayın Grubu Kumandanı Nazmi Bey’i derhal karargâha çağırttı. Nazmi Bey: —Kumandanım beni emretmişsiniz, Buyurunuz Efendim. Cevat Paşa: —Depolarımızda dökülmemiş mayınımız var mı? Nazmi Bey: —Kumandanım, Alman subayların işe yaramaz diye ayırdığı 26 adet Türk yapımı mayınımız var. Bu cevap karşısında Cevat Paşa bir kez daha şaşırmıştı. Fakat bu durumu kimseye belli etmek istemedi. Ağzından dökülen tek cümle "Yüce Allah'ım bizimlesin biliyorum" Olacaktı. Cevat Paşa: —Gerçekten bu mayınlar işe yaramaz mı? Nazmi Bey: —Kumandanım, derhal bir daha kontrol ettirip size bilgi vereceğim. Cevat Paşa: —Çabuk olalım vaktimiz çok az. Nazmi Bey: —Derhal efendim diyerek yanından ayrıldı. Cevat Paşa mayınların çalışması durumunda ne yapacağını kestiremez, nur yüzlü ihtiyarda bir şey söylememiştir. Ellerini açıp "Allah'ım ne olur bana yardım et" diye dua eder. Sonra rüyasını hatırlamaya çalışır. Harfleri gördüğü yer kıyıya paralel Karanlık limandır. Buraya döşemek bir işlerine yaramaz. Haritayı karşısına alır ve düşünmeye başlar. #Karanlık Liman Resmi gelecek Birden bire beyninde bir şimşek çakar. Evet, Karanlık liman düşman zırhlılarının manevra yapabilecekleri tek alandır. Karanlık limanda boğaza paralel döşenecek mayınlar düşman zırhlılarının manevra yapmasını engelleyebilir. Ayrıca Karanlık liman durgun bir suya sahiptir. Bu nedenle buralardan düşman zırhlılarının yapacağı top atışlarında isabet oranı tıpkı karadaki gibi etkili olabilmektedir. Bu nedenle onlarda burayı tercih edebilirler. Cevat Paşa'nın planı kafasında şekillenmiştir. Kullanılması durumunda 26 mayın Karanlık limana döşenecektir. Nazmi Bey'in vakit kaybetmeden getirdiği mayınların kullanılabileceği haberi Cevat Paşa'yı oldukça rahatlatmıştır. Nazmi Bey'le bir hareket planı yaparlar plana göre gece saat 2 de düşmanın mayın tarama gemilerinin geçişinden hemen sonra bu mayınlar Karanlık limana döşenecektir. Fakat bu görev oldukça risklidir. Çünkü düşman zırhlıları boğazda sürekli devriye atarak boğazı kontrol etmektedirler. Olası bir karşılaşma durumunda görev başarılı olamayacağı gibi birçok askerimiz de şehit olacaktır. Görevin ne kadar tehlikeli olduğunu Nazmi Bey'e anlatır. Nazmi Bey'den aldığı "Kumandanım biz buraya şehit olmaya geldik. Vatan için canımız feda olsun" cevabı karşısında gözleri dolar. Nazmi Bey vakit kaybetmeden planı uygulamaya başlar. 7/8 Mart - Nusret Mayın Gemisinin Göreve Çıkması: Nazmi Bey'in kaybedecek bir dakikası bile yoktur. Nusret Mayın Gemisinin bu önemli görev için hazırlanması gerekmektedir. O dönemde Nusret Mayın Gemisinin Kaptanı ve Komutanı Yüzbaşı Hakkı Bey'dir. Yüzbaşı Hakkı Bey o sırada hastadır. Bu görevden 2 gün önce ağır bir kalp krizi geçirmişti. Doktorların istirahat vermesine rağmen doktorları dinlememişti, ara sıra gemiye gelip herhangi bir görev çıkması ihtimali dâhilinde gemiyi hazır tutmaktaydı. #Nazmi Bey Resmi Nazmi Bey, Yüzbaşı Hakkı Bey'in hasta olduğu için bu görevi yapıp yapamayacağı endişesi içerisindedir. Çünkü bu görev çok risklidir. Yapılan plana göre gemi hiç bir ışık yakmayacak hatta fark edilmemesi için belirli parlak yerleri siyaha boyanıp karartma uygulanacaktı. Peki ya boğazdaki o kadar mayına ve düşman zırhlılarına karşı bu görev nasıl başarılacaktı. İşte bunun tekbir cevabı vardı. Yüzbaşı Hakkı Bey Çanakkale boğazında tecrübeli bir kaptandı, deyim yerinde ise gözü kapalı boğazı turlayabilirdi. Birde boğaza dökülen diğer mayınlamayı da Yüzbaşı Hakkı Bey yapmıştı. Fakat Nazmi Bey için endişe edilecek tek durum Yüzbaşı Hakkı Bey'in hastalığının ağır olmasıydı. Bunu ondan isteyemezdi. Hakkı Bey'in bu görevi alması durumunda hastalığı daha da ilerleyebilirdi. Nusret mayının son durumunu incelemek için limana gelen Nazmi Bey, Yüzbaşı Hakkı Bey'i orda görünce şaşırmıştı. Nazmi Bey bu şaşkınlığını gizleyip Hakkı Bey'e hal hatır sorduktan sonra ağzındaki baklayı çıkarttı. Nazmi Bey: —Nusret'e ihtiyacımız var. Hakkı Bey: —Hayırdır, Nazmi Bey: —Cevat Paşa elde kalan mayınların Karanlık limana dökülmesini emretti. Hakkı Bey: —Biliyorsunuz o mayınlar işe yaramaz o nedenle depoya ayrıldı. Nazmi Bey: —Ben son bir kontrol yaptırdım o mayınları kullanacağız başka çare yok. Hakkı Bey: —O halde görev ne zaman? Ne zaman çıkıyoruz yola? Nazmi Bey bu soru karşısında önce sıkıldı, derin bir nefes alıp Hakkı Bey'in sorusunu zorda olsa cevapladı. Nazmi Bey: —İnşallah bu gece yarısından sonra göreve çıkacağız. Hakkı Bey: —O halde hemen hazırlıklara başlıyorum. Nazmi Bey: —Sen hele şöyle bir dinlen! çok rahatsızsın hem bu görev çok tehlikeli ,hem de senin yorgun kalbin buna nasıl.... Hakkı Bey, Nazmi Bey'in lafını bitirmesine müsaade etmeden şaşkın bir şekilde söze girdi. Hakkı Bey: —Ben bu kutsal görevde olmayacağım mı? Yoksa Cevat Paşa mı emretti? Nazmi Bey: —Hayır, Paşam bilakis sizin bu görev için en uygun kişi olduğunu biliyor. Fakat ben düşündüm ki... Yüzbaşı Hakkı, Yine Nazmi Bey'in lafını keserek; —Vallahi değil kalbimin teklemesi yüreğimi yerinden sökseniz ben bu göreve hazırım. Ben bugünler için yaşadım. Bu günü görmek için bekledim onca gündür. Vatan için atmayacak bu kalbi yerinde tutamam. Onca şehit verdik. Ne mutlu onlara ki Allah'a alınlarının akıyla kavuştular. Şimdi sıra bize gelmişse geri durmak hiç olmaz. Nazmi Bey bu kararlı tutum karşısında Yüzbaşı Hakkı Bey'i ikna edemeyeceğini anlayıp daha fazla ısrar etmedi. Dudaklarında minnet dolu bir tebessümle, Hakkı Bey'e dönerek; Nazmi Bey: —Daha ne duruyoruz o halde kaybedecek bir dakikamız bile yok. Görev bizi bekliyor. Yüzbaşı Hakkı Bey güverteye çıkıp mürettebatına: —Arkadaşlar, Hazırlıklı olun, Nusret bu gece mayın dökmek için görevlendirilmiştir. Mürettebat tek bir ağızdan "Emredersiniz kumandanım" Diye haykırdılar. Fakat Yüzbaşı Hakkı Bey'in diyecekleri henüz bitmemişti, #Yüzbaşı Hakkı Bey Resmi gelecek —Evlatlarım, görevimiz çok tehlikelidir, hiçbirimiz buraya geri dönemeyebilir. Hatta şehit olma ihtimalimiz dönme ihtimalimizden daha kuvvetlidir."Kim ben bu göreve gelmek istemiyorum" Diyorsa ben izin verdim, gemiden ayrılabilir. Fakat bu görevde başarılı olursak savaşın şekli değişecektir. Şanlı tarihimize yeni bir zafer eklenecektir. Gelemeyenler bu şereften yoksun kalacaktır. Gelecek olanlar işini bitirir bitirmez temiz elbiselerini giyip abdest alsınlar, aileleriyle vedalaşsınlar bilinsin ki mutlak bir ölüme gidiyoruz. Bu sözler karşısında bir kişi bile "Ben bu göreve gelmiyorum" demedi. Tarih belki bu isimleri pek bilmez ama biz bu yiğitler kimler mi? isimlerini yeri gelmişken zikredelim. Nusret'in Güverte Yüzbaşısı Hüseyin, Önyüzbaşı Birinci Çarkçı Ali, Önyüzbaşı ikinci Çarkçı Yüzbaşı Hasan, Elektrik Subayı Teğmen Hasan, Makine Subayı Abdullah, Top Subayı Teğmen Kadri ve diğer 54 kahraman erimizdir. Nusret Mayın Gemisi genel anlamda herhangi bir görev için hazırdı. Fakat bu özel bir görevdi ve bu göreve dair hazırlıklara hemen başlanması gerekliydi. Tek bir hata yapılırsa görev başarısız olurdu. #Nusret Mayın Gemisi hazırlıkları resmi gelecek Öncelikle bacayı düzenlemekle başladılar, buradan çıkması muhtemel tek bir kıvılcım Nusret’in düşman tarafından fark edilmesi demekti. Görev için fazla zamanları yoktu. O nedenle mayınların titizlikle ve süratle gemiye indirilmesi gerekiyordu bu nedenle raylar iyice yağlandı. Mayınlar itina ile yerleştirildi. Geminin lambaları karartıldı. Parlayan yerlere siyah kumaş çektiler. Bazı yerleri siyaha boyadılar. Nusret tam anlamıyla görünmez olup hayalet bir gemi gibi boğazda süzülmeye hazırlanmıştı artık. Her şey hazırdı. Sonra aileleriyle vedalaşan mürettebat güvertede toplandı. Gemide kalanlar yıkanıp en temiz elbiselerini giydiler. Hepsi Allah’ın huzuruna çıkarken tertemiz olmuştu. Son olarak hep birlikte güverte de toplanıp toplu bir şekilde namaz kıldılar. Eller zafer kazanılması için gökyüzüne açıldı. Dualar edildi. Tekbirler getirildi. Birbirlerinden helallikler alındı. Hareket saati geldiğinde inceden bir yağmur başlamıştı, Aman Allah’ım o da ne bir mucize daha gerçekleşiyor boğaza bir sis perdesi iniyordu. İşte melekler gelmiş kanatlarıyla Nusret’i korumaya almıştı. Tüm personel bu durumdan etkilenmiş ve moral bulmuşlardı. Tekbirler gemiyi inletmeye başlamıştı. Yüzbaşı Hakkı Bey gözyaşları içerisinde kaptan köşkünde ellerini açıp"Şükürler olsun Yarabbi! Binlerce şükürler olsun ki Muhammed’in ordusunu yalnız koymadın” diyordu.
BUNLARI DA ALABİLİRSİNİZ
BENZER ÜRÜNLER
|